İLÂHÎ<br /> Makâm : Hüzzâm<br /> Bestekâr : Hârûn Baba<br /> Güftekâr : Cemâlî<br /><br />Sevdim seni mâbuduma<br /> Cânân diye sevdim<br /> Bir ben değil âlem sana<br /> Hayrân diye sevdim<br /><br />Evlât û îyâlden geçerek<br /> Ben ravzana geldim<br /> Ahlâkını methetmede<br /> Kur'ân diye sevdim<br /><br />Kurbânın ola'm şâh-ı resûl<br /> Sen kovma kapından<br /> Dîdârına mûştâk olan<br /> Yezdân diye sevdim<br /><br />Mahşerde nebîler bile<br /> Senden medet ister<br /> Gül yüzlü melekler sana<br /> Hayrân diye sevdim<br /><br />mâbut : tapılan varlık; Tanrı, ilah<br /> cânân : gönülden sevilen, gönül verilen, kendisine büyük sevgi duyulan kadın; sevgili; Tanrı, Allah<br /> âlem : bütün insanlar, el gün, başkaları, herkes<br /> evlât û îyâl : çoluk çocuk<br /> ravza : bol ağaçlı, çiçekli bahçe; cennet<br /> şâh : bir şeyin veya bir kişinin benzerleri içinde en üstün, en güzel, en iyi, en has olanı<br /> resûl : insanları doğru yola çağırmak için Tanrı tarafından yeni bir kitap ile gönderilen peygamber; elçi, haberci<br /> dîdâr : yüz, çehre; görme, görüşme<br /> mûştâk : özleyen, özlenmiş olan<br /> yezdân : Tanrı<br /> mahşer : kıyamet günü ölülerin dirilerek toplanacaklarına inanılan yer<br /> nebî : kitap inmemiş, kitap getirmemiş peygamber<br /> medet : zor durumda kalmış bir kişiye ulaştırılan yardım; imdat<br /><br />- 19/07/2009 PAZAR -
